Mecidiyeköy’den henüz döndüm eve, içeriye girip de kapatır kapatmaz kapımı yere çöküp öpmemek için holdeki karoları zor tuttum kendimi inanın. Ama onun yerine girişteki duvarı öptüm şükürlerde. İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşamanın bedelini ödüyoruz işte ve daha onlarca sorunları olan bu mega kentte.
Kadıköy’de (Anadolu yakasında) oturup ta karşı tarafta (Avrupa yakasında) çalışanlara Allah güç ve sabır versin. Şimdi burada çok iyi bildiğiniz, trafik sorunlarını geçelim, bırakalım kendi çıkmaz sokaklarına keşmekeşliğin içindeki koruduğu yerde, hep taptaze ve hep gündemdeki haliyle kalsın. Şehrin tam içlerinde yapılan koskocaman süper alışveriş merkezlerini de geçelim. Gelelim çığırından çıkmış bir kalabalığın önlenemez çoğalışına. Kasabaları, köyleri gelirden yana oldukça düşük, üretimden yana da oldukça kısır bir noktaya getirip, büyük şehirlere göçü önleyemeyen, göz yuman, oy peşindeki iktidarlara. “Eeee, nolmuş mu peki bu kentlere şimdi?” Öyle büyümüş öyle büyümüş ki gerçekten de mega kent olmuş. Hem köyü de içine almış, hem kasabayı da. Böyle tüm kırsallığı da içine alınca İstanbul, bir kalabalıklaşmış, bir kalabalıklaşmış ki, dolmuş ta taşıyor çoktan artık. Ne plaza alışveriş merkezleri, ne köprüler, ne otobanlar, ne trafik, ne hava, ne su; yetmiyor artık, kaldırmıyor bu şehrin kalabalıklığını. Dün de Mecidiyeköy aynen böyleydi işte; oysa sadece birkaç aydır gitmemiştim o tarafa. Bu kadar mı olur bu kalabalık?. İnanın caddede karşıdan karşıya geçmek için ışığın yanmasını beklerken, otobüs egzozlarından zehirlendim sanki. Ve ışık yanıp da geçerken karşı kaldırıma o oğul oğul insan kalabalığına şaştım da kaldım ben. Ah o yere fırlatılan sümükler, tükürükler yok mu, sigara izmaritlerini vs. yi saymıyorum bile. Hava kirliliği had safhada, kapkara duman, nefes alınmıyor hiç, gözlerim, genzim yanıyor. İşimi gördükten sonra ise Şişli’ye de gitmem gerekiyordu ama o şaşkınlığımla zor attım kendimi gelen bir otobüse; şansıma bir de boş yer bulunca çöktüm hemen koltuğa savaştan çıkmış şövalye misali gibi. Ben de sandım ki bu kadar kornaya, bu kadar itiş kakış sabırsız trafiğe karşın otobüs hemen hareket edecek. Nerdeeee! Bindiğim otobüs Halk otobüsüymüş paralı olan. Bekle bekle gitmez mübarek yoluna. Şoför Bey nerdeyse 20 dakika kadar oyaladı biz yolcuları, gider gibi yapıp yapıp. Nihayet otobüs tıkış tıkış dolunca gayet ağırdan yol aldı şoför beyimiz. NİHAYET! Şişli’ye geldik gelmesine de in inebilirsen o itiş kakış da.
Otobüste yanımda oturan bakımlı, derli toplu hanım baya öfkeliydi, kıpır kıpır kıpırdanıyordu ha bre; ben yanına oturup ta bir oh çekinceye kadar zor dayanmıştı belli. Hanımın sinirden çenesi kasılıyor, hiddetinden gözleri kısılıyordu. Hiç tanımadığı bana dönüp, fısır fısır şikâyet ediyordu habire.
— Bakar mısınız?, hala kalkacak adam.
— Hangi adam? Kalkmıyor mu?
— Yok hanfendi… Hem ben sizden evvel de çok bekledim, hanidir kalkmıyor; ha şimdi, ha şimdi derken.
Baktım kadın baya asabileşmiş beklerken otobüsün kalkmasını. Ben de anca yerleştim oturduğum yerde. Eşimin ısmarladığı dosyalar, broşürler vs. Anca konuya girdim. Gerçekten de nasıl geniiiiş bir şoför, adam arazi gibi yayla gibi geniş, hiç tınmıyor yırtınan trafiği. Kadın da sinirden boğuluyor. Yerleşmem bitince bi çığırdım hanımın hatırına Şoför Beye.
— Şoför Beyyyyy! Daha ne kadar beklicez!!!!!!!!????????
Adam pişkin, omuzdan bi yarı bakış atıp, cevapladı anında alışık olduğu gibi ezbere.
— Tamam hanım, hemen şimdi kalktım!
Ve kalktı adam, yani otobüs. Kadın bi bana baktı, bi yola baktı inanamadı. E be kadın kendi kendini sinirden yiyip bitireceğine, ünle sen de adama! Tesadüftü büyük ihtimalle zamanı dolmuş beklemesinin ama dürtmek lazımmış işte. Yorgun argın eve kapağı attığımda ise, en başta dediğim gibi, yere secde edip karoları öpmediğim kaldı hani şükürlerde.
Adaaam sen de, ben bilmez miyim sanki kendimi? Böyle yakınırım, söylenir dururum ama, özleyince karşı tarafı, ilk fırsatta da düşerim yola.