22 Ekim 2010 Cuma

DEĞERLİ ARKADAŞLAR,

BENİM YAZILARIMI BU ADRESLERDE DE OKUYABİLİRSİNİZ.




21 Ekim 2010 Perşembe

SEVGİ DÜŞLERİ ROMANIM

Piyasada 7,50 TL'ye satılan "SEVGİ DÜŞLERİ" romanımı  www.netkitap.com adresinden %40 indirimli olarak 5,40 TL'ye satın alabilirsiniz.

BAHÇE ROMANIM

Piyasada 14 TL'ye satılan "BAHÇE" isimli romanımı  www.netkitap.com adresinden %40 indirimli olarak 8.40 TL'ye satın alabilirsiniz.


Eski konakların yıpranmış, nemden yosun bağlamış, kırık dökük olan bahçe duvarlarına yaslanıp sanki "sır dolu geçmişi" seyre dalarım. Kararmış ahşap kapılarının, işlemeleri artık seçilemiyen paslı kapı tokmağının ve kafes cumbalarının ardına sığınmış flu pencerelerinin sıkı sıkıya kapalı olduğu bu yaşlı ama mağrur binalara hüzünle bakarım. Oysa, konaklardaki yaşananlar şimdi artık tavanlardaki işlemelerde, duvarlardaki nişlerde, sırları döküşmüş aynalarda saklıdır.










Sevgili okurum, kitabımı okuyup bitirdiğinizde, siz de artık çok nadir rastladığımız bu eski konaklara hüzünle bakıp, kitabımdaki konak halkını özleyeceksiniz.

AGRESİF VE KÜFÜRBAZ YABANCI

    Beş-altı sene önce, bir hafta sonu Ankara’ya gitmiştim. Kızım, damadım ve torunumla epeyidir görüşememiştim ve onları çok özlemiştim. İyi ki de gitmişim; o haftayı çok güzel sohbetler içinde geçirdik ve böylece birbirimizle hasret de gidermiş olduk. Hafta başında ise malum olduğu üzere kızım, damadım işlerine gittiler; o zaman henüz dört yaşında olan torunum da yuvaya gitti. Onların arkasından ben de o gün evi derleyip topladım ve akşam için de çocukların sevdiği yemekleri pişirdim.
    Ben kendimi bildim bileli İstanbullu olduğum için, genelde başka şehirlerimizden uzak kalmışımdır. İşte bu yüzden Ankara’ya her gelişimde orada da kendime şehri tanıma amaçlı günlük gezi programları yaparım. O gün için de Kızılay’a gitmeyi düşündüm.  Otobüs durağı, hemen sokağın başındaydı; ben de diğer yolcular gibi durakta beklemeye başladım; derken,  yabancı uyruklu olduğu her halinden belli olan çocuklu bir hanım durağa geldi ama ne geliş; hışımla, sinirle, öfkeyle geldi. Biz durakta bekleşenler ister istemez dikkatimizi ona vermiştik. Kadının çocuğu belli ki annesinin o günkü hiddetinden nasibini almıştı; zira içini çeke çeke ağlıyordu ve durağın hemen yanındaki bir ağaca kollarının yettiğince sımsıkı sarılmış; sanki annesinden uzak kalmaya çabalıyordu. Kadın görüntü olarak gayet asil, modern, bakımlı bir hanımefendi havalarındaydı ama ben bu yaşımda bile şunu anladım ki, insanların dış görünüme hiç mi hiç aldanmamak lazımmış! Duraktaki talebe genç kızlar ağaca sımsıkı sarılmaya çalışan ve hiç durmadan ağlayan, annesinin elini tutmamakta ısrarlı olan çocuğu avutmaya niyet ettiler ama yabancı kadın sert bir şekilde, daha doğrusu naletleşerek çocuğu çekti aldı sarıldığı ağaçtan; aynı anda çocuğun yanağındaki tokatın sesini duyduk. Tokat, ben de dâhil biz durakta bekleşenlerin de yanağında patladı sanki.  Şaşkın ve bir o kadar da üzgündük. Ecnebi kadın, otobüsün yaklaşmakta olduğunu görünce, çocuğun açık olan pusetini katlayıp kucakladı ve tekrar çocuğunun kolundan tutmak isteyince, bizim hiç kayıtsız kalamayan insancıl insanlarımız, bilhassa talebe kızlarımız,  bu hanıma yardım etmek istedi.   Kadın bu sefer daha da naletleşip çocuğun kolundan tuttuğu gibi attı otobüsün içine. Resmen attı çocuğu otobüsün içine! Çocuk yüzükoyun içeriye düştü ve korktuğu için ağlaması feryada dönüştü. Kadının öfkesinden hepimiz gerilmiştik. Kimimiz oturarak kimimiz ayakta otobüsün kalkmasını bekliyorduk. Kadın bir koluyla çocuğunu kavramış, puset de hala kucağında, alı al, moru mor yüzüyle kendi kendine yabancı dilde sinirle söylenip duruyordu. Bir genç tebessümle yerinden kalkıp anında ona yer verdi ama hiç oralı olmadı kadın; üstelik bir de başını çevirdi diğer tarafa. Delikanlı bozulup çıktı üst kata. Kadının gözlerindeki nefreti hiç unutmayacağım. Uzaktan el edip nefes nefese koşup gelen yolcudan sonra, hafif bir sarsmayla eski otobüs yerinden kalktı. Kadın iki eli de meşgul olduğu için, dayandığı yerden de tam destek alamayınca, nerdeyse düşer gibi oldu boşluğa ve yoluna devam etmekte olan otobüs şoförüne tuhaf bir Türkçe’yle, hışımla ve oldukça yüksek sesle bağırdı.
— Yavaş ol sen! Yavaş biraz! Hayvan!!! Eş……oğlu…şek!!! Diye, adeta patladı.
    Bütün yolcular, ben de dâhil donduk kaldık sanki. Otobüsün içine bomba düşmüş gibi olduk. Şoför otobüsü yavaşlatıp durdurdu ve arkasına dönebildiği kadar dönüp çatık kaşlarıyla kadına baktı, baktı, baktı. Cevap verip vermemekte tereddüt ediyordu ve o anda kendi kendisiyle mücadele ettiği her halinden belliydi. İçeride adeta nefesler tutulmuştu. Birkaç saniye sonra ise şoförümüz belli bir hareketle ellerini açıp kendi kendine sabır çekti ve yoluna devam etti…
İnsanlarda tık yoktu inanın! TIK YOKTU!!!
    Oturduğum yerde ateş oldum… Oldum da kavurdum kendimi! Yedim bitirdim içimi içimi! Mümkün değil… hiç hiç hiç mümkün değil kabullenemem! Ya beyin kanaması geçiririm ya da kalp kırizi. Ben bunu hazmedip de bir yere gidemem!
Hanım iki durak ötede inmek istedi ve kapıya yaklaştı, ben de anında yerimden kalkıp yanına gittim ve önünü kesip inememesi için kapıya arkamı verdim; suratına iyice yaklaşıp gözlerinin içine içine bakıp konuştum.
— Bana baksana sen!
Millet şaşkın, kadın herkesten şaşkın. Konuşmama devam ettim.
— Ne sanıyorsun sen kendini?!... Sensin hayvan!... Sensin Eş…oğlu…şek!
Israrla kapının önünde duruyordum, öylesine inip gitmesine izin veremezdim.
Kadın kekelemeye başladı kendi aksanınca.
— Evet, evet haklı siz… Haklı siz evet… Özür diledi ben… Özür diledi ben…
Otobüs durakta beklemeye devam ediyordu. Şoför düşmemden korktuğu için dayanmış olduğum orta kapıyı açmaktan vazgeçmişti; durumu bilmeyen dışarıdaki yolcular kapıya vuruyor ve açılması için sesleniyorlardı. Ecnebi küfürbaz kadın ise karşımda mıhlanmış gibi duruyordu. Ben hala kadının gözlerinin içine bakıp konuşmamı sürdürüyordum. Hırsımı alamamış, küfürlerini hazmedememiştim.
— Bulunduğun yerin kıymetini bil tamam mı?! Bizlerin de öyle!!!
— Tamam tamam… Haklı siz… Özür diledi ben… Diyordu ha bire acele acele kadın.
    Biraz öne çekildiğimde şoför kapıyı açtı nihayet; kadın, yüzü al al indi aceleyle otobüsten, küçük çocuğu tutup inmesine yardımcı oldum.
    Yolumuza devam ederken koca bir “YUH” çektim içimden. Kime mi?  Hiç tınmayan, her şeyi kabullenen otobüstekilere… Koca bir YUH!
    Ha sanmayın ki yabancı düşmanlığım filan var; ırkçılık, mırkçılık… ASLA!... Ama!!!
O kadına bunu yapmasaydım eğer, ömrüm boyunca kendime YUH çekerdim biliyorum… Ben kendimi biliyorum!

EV EKONOMİSTLERİ


     Daha evvelde vardı fakat bu kadar yaygın değildi sanki ev hanımlarının da serbest, geçici işlerde çalışması. Günümüzde çok sık rastlıyorum artık bu ev ekonomisti kadınlarımıza. Çocuklarını büyütmüş, misafir günlerinin boşluğundan, maddi olanaklarının yetersizliğinden sıkılmış ev hanımlarımız, kendine üç beş kuruş gelir getirecek işler araştırıp yapabileceği işlere yelken açmış durumdalar artık.

     İnsan istedikten sonra, öyle işler bulabiliyor ki kendisine, alternatifler karşısında kendisi de şaşırıyor. Nedir bu işler? Daha evvel de hep olan ama hızla büyüyüp kalabalıklaşan şehirlerin, mega kentlerin zaman kavramına yetişemeyen çalışan insanlarının yanında çalışabilecek çeşitli alternatifteki yardımcı ama gerekli olan işlerdir çoğu kez.

     Çalışan bireylerin çocuklarına bakmak, onların kendi evlerinde, kendi malzemeleriyle ev yemekleri pişirmek, nişan- düğün- kına gecesi durumlarında bir bilen olarak bu işleri ayarlamak, bizzat yapmak, çocuk doğum günlerinden yetişkin kutlamalarına kadar pastasından, böreğine, yemeğinden tatlısına pişirip ağırlama durumuna getirmek. Mevlitlerde, arkadaş toplantılarında, partilerde aynı şekilde bir bilen olarak o günü çekip çevirmek vs. vs .

     Tabii ki bütün bunları yapan organizasyonlar var. Üstelik her bütçeye göre kalite kalite. Ama en sıradan olanı bile pahalı gelebiliyor kişiye; üstelik elinize bir liste tutuşturuyorlar, bu listede yazılanların hangisini istiyorsunuz diye. Cebine güvenen yazdırır hepsini, güvenemeyen o olmasın şu olmasın derkeeen kuşa dönse de ikram hem kalitesiz hem de kuru mezeye kalır sandviç vs. gibi.

     Temiz mi temiz, titiz mi titiz, ev işine eli yatmış, yemeğin her türlüsünü öğrenmiş, küçük çocuklarını büyütmüş ve emekli babaya devretmiş ev hanımları artık paraya da gözünü dikmiştir haklı olarak; zaten büyüyen çocuklarla her daim artan masrafla boş oturacağına araştırır bulur olmuş kendine iş. O yemek yapmakta mı usta, tembihler sağa sola, güvenir bileğine tecrübesine, tavsiye ederler onu da bir çalışan iş kadınına.

     “ Aloo, Kadriye Hanımla mı görüşüyorum?” Konuda anlaşılır, aklı yatar kadının, e ona tavsiye eden de yıllarca ona temizliğe gelen kadındır sonuçta. Derken efendiiiim o hafta sonu yemekleri yapılır Cuma gününden mutfak sahibine. Zeytinyağlısından, sebzesine böreğine sotesine kadar. Ve memnun kalınınca her hafta sonu için anlaşılır Kadriye Hanımla…

     Başka bir evde dağ taş ütüsü biriken vardır çalışanların, üstelik geç saatlere kadar mesai yapanların. Yorucu olur haliyle iş dönüşü, temizlikçi kadın ütüye mi yetişsin, temizliğe mi? Alır bir tavsiye yine falanca ev hanımı çok güzel ütü yapıyormuş, çok da temiz bir kadın… Alınır her hafta ütüye. İş iştir.

     Yaşlı bakımı için, bebek bakımı için, hatta yaşlıya arkadaşlık için korumacı. Pazar alışverişini yapması için ve daha nice durumlar için darda ve boşta olan ev hanımlarının seçenekleri kadar işleri var şimdi.

     Şimdi Marka olmuş ünlü mağazaların da başlattığı bir kampanya gibi bir şeyle, büyük kentlerin gecekondularına da el atılmıştı, gazetelerden okumuştuk. Gecekondularda, varoşlarda yaşayan kadınlara ve genç kızlara da işler çıkmıştı. Kilolarca rengârenk örgü yünleri evlerine bırakıldı. Kazaklar, hırkalar, kaşkoller, şallar, şapkalar, eldivenler ördü ev kadınları, renk renk, desen desen. Ev kızları, ev kadınları. Şimdi hangi mağazaya girseniz böyle yığınla el yapımı, el işi giyimler ve aksesuvarlar görürsünüz. Derken çok moda olan işlemelerden dolayı da kilolarca pullar, payetler, boncuklar girdi gecekondulara, başlarında dizaynını yapan, modelini çıkaran tarif eden kişiyle, evlerde toplanılıp nakışlar işlendi kendilerine emanet edilen tüllere, satenlere gupürlere.  Kimi parça başı alır kimi yövmiye. Gelinlik satan mağazalar da detaylarla dolu pul__boncuk__inci işlemeleri, el buketi, duvak işlemeleri,… Eskiden de vardı muhakkak ama bu işler şimdi artık çok yaygınlaştı. Bir de düşük faizli banka kredisiyle iş yapan ev kadınlarımız var tabii ki; gayet de güzel götürüyorlar işlerini, hatta borçlarını ödeyip kara bile geçiyorlar; üstelik çocuklarını evlendiriyorlar… Seviniyor insan, hiç iş olmamasından, boşa geçen parasız zamanlardan bin kat iyidir diye.


4 Ekim 2010 Pazartesi

ÇAY SAATİ

bitmez hiç
günün telaşı yorgunluğu
derdi devası koşuşturması
getirdiği götürdüğü
bir de bakarsın akşamüstü
kollarda bacaklarda  
kalmaz derman.
ben bilirim hiç şaşmam
bana neyin iyi geldiğini
mutfak çağırır beni
ve bol minderli sediri.

      açtım ocağı koydum çaydanlığı
illa da porselen demlik.
otururum cam kenarına
sanki bahçeler mutfağımda
küpe çiçeği, camgüzeli,
sakız sardunyası, hanımeli
hep arkadaş olurlar bana
severim, okşarım, konuşurum
dertleşirim ben onlarla.

dertleri süpürünce sokağa
kim uğraşır kötülerle, fitne fesatla
evim benim, huzur kaynağım
yanımda kırk yıllık eşim
bir de rengarenk çiçeklerim,
demli çayım ve nankör kedim
eh ben daha ne isterim?
geldik gidiyoruz işte
şu üç günlük dünyada
ve bu yaşımda a dostlarım
      ben daha ne isterim?