Beş-altı sene önce, bir hafta sonu Ankara’ya gitmiştim. Kızım, damadım ve torunumla epeyidir görüşememiştim ve onları çok özlemiştim. İyi ki de gitmişim; o haftayı çok güzel sohbetler içinde geçirdik ve böylece birbirimizle hasret de gidermiş olduk. Hafta başında ise malum olduğu üzere kızım, damadım işlerine gittiler; o zaman henüz dört yaşında olan torunum da yuvaya gitti. Onların arkasından ben de o gün evi derleyip topladım ve akşam için de çocukların sevdiği yemekleri pişirdim.
Ben kendimi bildim bileli İstanbullu olduğum için, genelde başka şehirlerimizden uzak kalmışımdır. İşte bu yüzden Ankara’ya her gelişimde orada da kendime şehri tanıma amaçlı günlük gezi programları yaparım. O gün için de Kızılay’a gitmeyi düşündüm. Otobüs durağı, hemen sokağın başındaydı; ben de diğer yolcular gibi durakta beklemeye başladım; derken, yabancı uyruklu olduğu her halinden belli olan çocuklu bir hanım durağa geldi ama ne geliş; hışımla, sinirle, öfkeyle geldi. Biz durakta bekleşenler ister istemez dikkatimizi ona vermiştik. Kadının çocuğu belli ki annesinin o günkü hiddetinden nasibini almıştı; zira içini çeke çeke ağlıyordu ve durağın hemen yanındaki bir ağaca kollarının yettiğince sımsıkı sarılmış; sanki annesinden uzak kalmaya çabalıyordu. Kadın görüntü olarak gayet asil, modern, bakımlı bir hanımefendi havalarındaydı ama ben bu yaşımda bile şunu anladım ki, insanların dış görünüme hiç mi hiç aldanmamak lazımmış! Duraktaki talebe genç kızlar ağaca sımsıkı sarılmaya çalışan ve hiç durmadan ağlayan, annesinin elini tutmamakta ısrarlı olan çocuğu avutmaya niyet ettiler ama yabancı kadın sert bir şekilde, daha doğrusu naletleşerek çocuğu çekti aldı sarıldığı ağaçtan; aynı anda çocuğun yanağındaki tokatın sesini duyduk. Tokat, ben de dâhil biz durakta bekleşenlerin de yanağında patladı sanki. Şaşkın ve bir o kadar da üzgündük. Ecnebi kadın, otobüsün yaklaşmakta olduğunu görünce, çocuğun açık olan pusetini katlayıp kucakladı ve tekrar çocuğunun kolundan tutmak isteyince, bizim hiç kayıtsız kalamayan insancıl insanlarımız, bilhassa talebe kızlarımız, bu hanıma yardım etmek istedi. Kadın bu sefer daha da naletleşip çocuğun kolundan tuttuğu gibi attı otobüsün içine. Resmen attı çocuğu otobüsün içine! Çocuk yüzükoyun içeriye düştü ve korktuğu için ağlaması feryada dönüştü. Kadının öfkesinden hepimiz gerilmiştik. Kimimiz oturarak kimimiz ayakta otobüsün kalkmasını bekliyorduk. Kadın bir koluyla çocuğunu kavramış, puset de hala kucağında, alı al, moru mor yüzüyle kendi kendine yabancı dilde sinirle söylenip duruyordu. Bir genç tebessümle yerinden kalkıp anında ona yer verdi ama hiç oralı olmadı kadın; üstelik bir de başını çevirdi diğer tarafa. Delikanlı bozulup çıktı üst kata. Kadının gözlerindeki nefreti hiç unutmayacağım. Uzaktan el edip nefes nefese koşup gelen yolcudan sonra, hafif bir sarsmayla eski otobüs yerinden kalktı. Kadın iki eli de meşgul olduğu için, dayandığı yerden de tam destek alamayınca, nerdeyse düşer gibi oldu boşluğa ve yoluna devam etmekte olan otobüs şoförüne tuhaf bir Türkçe’yle, hışımla ve oldukça yüksek sesle bağırdı.
— Yavaş ol sen! Yavaş biraz! Hayvan!!! Eş……oğlu…şek!!! Diye, adeta patladı.
Bütün yolcular, ben de dâhil donduk kaldık sanki. Otobüsün içine bomba düşmüş gibi olduk. Şoför otobüsü yavaşlatıp durdurdu ve arkasına dönebildiği kadar dönüp çatık kaşlarıyla kadına baktı, baktı, baktı. Cevap verip vermemekte tereddüt ediyordu ve o anda kendi kendisiyle mücadele ettiği her halinden belliydi. İçeride adeta nefesler tutulmuştu. Birkaç saniye sonra ise şoförümüz belli bir hareketle ellerini açıp kendi kendine sabır çekti ve yoluna devam etti…
İnsanlarda tık yoktu inanın! TIK YOKTU!!!
Oturduğum yerde ateş oldum… Oldum da kavurdum kendimi! Yedim bitirdim içimi içimi! Mümkün değil… hiç hiç hiç mümkün değil kabullenemem! Ya beyin kanaması geçiririm ya da kalp kırizi. Ben bunu hazmedip de bir yere gidemem!
Hanım iki durak ötede inmek istedi ve kapıya yaklaştı, ben de anında yerimden kalkıp yanına gittim ve önünü kesip inememesi için kapıya arkamı verdim; suratına iyice yaklaşıp gözlerinin içine içine bakıp konuştum.
— Bana baksana sen!
Millet şaşkın, kadın herkesten şaşkın. Konuşmama devam ettim.
— Ne sanıyorsun sen kendini?!... Sensin hayvan!... Sensin Eş…oğlu…şek!
Israrla kapının önünde duruyordum, öylesine inip gitmesine izin veremezdim.
Kadın kekelemeye başladı kendi aksanınca.
— Evet, evet haklı siz… Haklı siz evet… Özür diledi ben… Özür diledi ben…
Otobüs durakta beklemeye devam ediyordu. Şoför düşmemden korktuğu için dayanmış olduğum orta kapıyı açmaktan vazgeçmişti; durumu bilmeyen dışarıdaki yolcular kapıya vuruyor ve açılması için sesleniyorlardı. Ecnebi küfürbaz kadın ise karşımda mıhlanmış gibi duruyordu. Ben hala kadının gözlerinin içine bakıp konuşmamı sürdürüyordum. Hırsımı alamamış, küfürlerini hazmedememiştim.
— Bulunduğun yerin kıymetini bil tamam mı?! Bizlerin de öyle!!!
— Tamam tamam… Haklı siz… Özür diledi ben… Diyordu ha bire acele acele kadın.
Biraz öne çekildiğimde şoför kapıyı açtı nihayet; kadın, yüzü al al indi aceleyle otobüsten, küçük çocuğu tutup inmesine yardımcı oldum.
Yolumuza devam ederken koca bir “YUH” çektim içimden. Kime mi? Hiç tınmayan, her şeyi kabullenen otobüstekilere… Koca bir YUH!
Ha sanmayın ki yabancı düşmanlığım filan var; ırkçılık, mırkçılık… ASLA!... Ama!!!
O kadına bunu yapmasaydım eğer, ömrüm boyunca kendime YUH çekerdim biliyorum… Ben kendimi biliyorum!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder